18 Aralık 2012 Salı

Besame mucho'dan Ankara'nın Bağları'na...Türk müziğinde "Ekstacılık" üzerine bir deneme- bölüm-1

Merhabalar

           Bu yazıyı yazmayı çoktandır planlıyordum, sözlüğe yazacaktım ama bir türlü toparlayıp başına oturmamıştım. Geçenlerde gittiğim bir "ekstra"da giriş parçası olarak besame mucho'dan sonra gelen istek üzerine Ankara'nın bağları çaldıktan sonra içimi  dökmem gerektiğini anladım.



Bu yazı benim müzikle ilişkim ve şu anda yaptığım müzik üstüne bir denemedir, tamamen hayal mahsulü olup, gerçek karakter ve olaylardan temel alınmamıştır.

       Çocukluğumdan beri müziğin içindeyim, babam ,  annemin karnında en çok rast makamına tepki verdiğimi anlatır bir efsane olarak. İlk hatırladığım müzik anıları babamların komşularla toplanıp evde fasıl yaparken benim koltuklarda sızmam sanırım. Sonra yavaş yavaş şarkılara eşlik edip, hadi amcalara şarkı söyle kızım devri başladı, kardeşimle birlikte her gittiğimiz ortamda dönülmez akşamın ufkundayız diye başlıyorduk ufacık yaşımızla ki sanırım ben 8, kardeşim de 6 yaşındaydı, ironik olarak vaktin ne kadar geç olduğunu filan anlatıyorduk. Gerçi aynı dönem çok güzel aboneyim abone söylemişliğim var ama, konumuz o değil.

      Babamın iş yoğunluğunun azalmasıyla birlikte gittiği "musiki dernekleri" arttı(Ha bu arada "Türkiye'de Musiki Dernekleri ve güncel Türk müziğine kattıkları" üstüne tez yazılabilir). Orta okul ikinci sınıfta ilk defa ciddi ciddi gider olmuştum, sonra lise 1de  gittiğim koroda, biraz da baba torpiliyle, ilk solo'mu almış oldum. Ne bekledim sevgiden, ne kaldı bak elimde isimli hüzzam eser, evet 15 yaşındaki kız çocuğusun, ergensin sen bu ne iş? Çocuk yaşta Türk müziğine girenlerin erkenden olgunlaşması(!) hep bu ağdalı sözlerden zaten, di mi ama? Lisede edebiyat dersinde görmeden önce aruz veznine aşina olunca böyle oluyo, osmanlıca kelimelere aşina oluyo insan bi değişik bakıyor bu şiir ve romantizm işine, neyse.

      Lise 1de mayısta o zaman yaşadığımız küçük ilçedeki müzik mağazasına bir kanun gelmiş, babam da sanırım fırsat kolluyormuş, gittik aldık hemen. Koro şefimiz kanuni idi, onunla başladık düzenli olarak derslere. Çok metodlu öğrendim sayılmaz ben kanunu, o yüzden şimdi öğrencilerime metodlu gitmeye çalışıyorum.İlk bir ayda çat pat çalmaya başlamıştım, daha önce biraz bağlama ve ud çalıyordum, nota ve ritme aşinaydım sanırım ondan hızlı ilerdim, ya da babamın her gün başımda durup saatlerce çaldırmasından da olabilir. Kanun maceram böyle başladı, evde babamla sürekli çalışıyorduk, ben sevdiğim notaları çıkarıp kendim çalıyordum, ya da kulaktan dediğimiz, notasız şekilde aklıma ne gelirse çıkarmaya çalışıyordum. Kanun sazının açık bir saz olması ilk etapta öğrenmeyi kolaylaştırıyor, muhtemelen uda ya da kemana başlasam ilk ayın sonunda sıkılıp bırakırdım bunlardan ses çıkmıyor diye. Buradan da babamın enstrüman seçmedeki başarısını anlıyorum.
     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder