31 Aralık 2012 Pazartesi

Türk müziğinde ekstracılık

Selamlar

      Bu yazı çok fazla öznel bilgi/görüş içerecek, kusura bakmayın artık. Bugün 1 Ocak, yeni yılın ilk günü. Yılbaşı dönemi , ekstranın tavan yaptığı, müzisyenlerin kapış kapış gittiği, planları bir ay öncesinden belli olan bir zaman dilimidir. (Ekstra: Piyasa müzisyenleri dilinde, düzenli olmayan genelde öncesinde söz verilen, ya da bi anda çıkan "çalma"lar) 

       Benim müzik geçmişimde ilk topluluğa girdiğimde gördüğüm bi durum üstüne, toplulukta "kız" sazende yoktu, hemen daha 2005 yılında "kızları" toplayıp grup kurmak sanırım gidişatı belirleyen en önemli olay olmuştur. O günden sonra ekipler, kişiler, mekanlar değişse de bizim "kız grubu" olayı acayip tutulan bir şey oldu. Nedeninden emin değilim, hadi biraz daha muhafazakar/mütedeyyin kesimin kadınlarının kınalarda, ya da özel eğlencelerde erkek müzisyen istememesini anlıyorum, açılıyorlar, oynuyorlar filan. Ama neden her kesimde bir "yaaaa ne güzel altın kızlar gibiii" havası var? Pozitif ayrımcılık mı?Aklıma gelen en mantıklı fikir, kadın estetiğinen sahnede de faydalanmak, sonuçta that's show business man!!! Emin değilim gerçekten bu konudan, ama tabi çok ekmeğini yedik bunun desem yalan olmaz. Bazen öyle işler oluyor ki, yaptığımız müzik için mi çağrılıyoruz sadece kadın olduğumuz için mi, bilemiyorum.

         İlk kadın grubu ekstramız, benim de ilk gerçek ekstra deneyimim 2008 yılında Cepa'da ramazanda 20 gün çalmamızdı. sahnede 4 kişi, türk müziği yapıyoraduk 2 saat kadar. Alışveriş merkezi olduğu için, kimseyi eğlendirme derdimiz yoktu. Yine de baya ciddiye alıyorduk, iki ayrı takım kıyafetimiz vardı, özel diktirmiştk filan. Benim acayip hevesli olduğum bi seneydi, bana tiyatro gibi geliyodu, Cepanın içinde saten elbiselerle kaftanlarla, topuklularla terliklerle yürüyen kızlar!

Resim 1 : Cepa 2008 - Üsküdar'a Gider iken

        Cepa'dan sonra piyasada bir açık olduğunu fark etmiştik, Ankara'da kadın grubu yoktu! Hala ekstraları sırf para için mi, yoksa eğlendiğim için mi kabul ettiğimi bilmiyorum. Ama o gazla, hadi atılalım ya, biz mi yapamıycaz diye başladık. Ve bir kaç uğraştan sonra yapamayacağımızı anladık. Ben de ilk defa sanırım 2009'da "eğlence müziği" kavramıyla karşılaştım. Daha önce anlattığım gibi, bizim ortamlarımızda babamla bizim yaptığımız müzikle insanlar eğleniyorlardı. Ama gerçek dünya öyle değilmiş. Çok uzun süre kabul etmek istemesem de, insanlar müziği sadece oyun amacı olarak görüyorlar. İster çok lüks mekanlarda olsun, ister küçük lokallerde, insanlar müzik dinlemiyorlar, sadece oynamalık ritim arıyorlar. Ben ve benim arkadaşlarım da, bunu yapamıyorduk, "incesaz" müzik aletlerinin davul zurnaya evrilmeye çalışmasına çok sinirlendim. 2009-2011 arası çeşitli mekanlarda, kısa süreli işler yapıyorduk, kınalar, eğlenceler filan. Ama ne biz memnunduk durumdan ne müşteri. Temel sorun sanırım ritimci, kadın darbukacı bulmak bir mesele, neden olduğunu az çok tahmin edersiniz, sonra evrilen kısımdan benzetilen klarnetçi bulmak imkansız filan. Ben de öyle 45 dakika oyun havası çalabilecek bir kanuncu değilim.

      İşte 2011de bu eğlence sektörünün bize göre olmadığını anlayıp çekildik kenara. Bunda müzikle birlikte mekan sahiplerinin ve organizatörlerin de büyük payı var. Yeri gelmişken söylemem lazım, organizatörlerin hepsinden, önyargıyla, nefret ediyorum. Mekan sahiplerine de ona yakın hislerim var. Gecelik fiyattan 10 lira için pazarlık yapanları mı, çaldığımız her şeye karışanları mı, bir dediği bir dediğini tutmayanları mı, ne değişik hayatlar yaşanıyor aslında. Hele ki o organizatörler! Nası bi halkla ilişkiler yarabbim!Neyse konumuz o değil ama beni piyasadan soğutan etkenlerdi bunlar da, değinmeden geçemeyeceğim.

      Tabi bütün bunlar olurken, koro konserleri sürüyordu. Korolar dünyanın en sıkıcı müzik yapma türü olabilir. Hatta benim fikrim Türk müziğinde koro kavramı olmamalı, hele öyle beşyüz kişilik korolar. Ne müzikten, ne sözlerden bişey anlaşıyor, öyle bir kakofoni. Ama çok çeşitli eserler geçilebiliyor, insan sazını öğreniyor, hem de değişik insanlar tanıyorsun, güzel bir şey.

     Yine 2011de birileri için değil de, kendim için, kendim istediğim şekilde, arkadaşlarımla, kendi ortamımızda kafamıza göre müzik yapmaya başladığım yıldır. Gerçekten bundan önce öyle bir kavramım yoktu. Madem zevk alıyoruz bu müzikleri yapmaktan dedik, insanlar da dinlesin. Ama önce bizim içimize sinsin, ki sindi de. Masal grubunun temellerini belki çok önceleri atmıştık ama 2011in sonlarına doğru, ya evet oluyor gibi diyip çalışmalara hız verdik. Masal grubunun ilk konseri, Cemre 'den bir kesit bu linkte. Benim şu hayatta yaptığım müzikten mutlu olarak kazandığım ilk ve tek para da yine masal grubuyla yaptığımız Gramafon kafe dinleyisindendi, buyrun.

       Bu kendi kafamıza göre müzik yapma kavramı hoşumuza gitmiş olmalı, ki bunun yanında arkadaşlarımla olan müziksel uyumu da göz ardı edemem, gruba yeni sesler ekleyip yolumuza devam ettik. Bilmiyorum bizi mi kandırıyolar kibarlıktan ama, insanlar da beğendiler yaptığımız müziği. Kendi arkadaşlarımızdan ve ailelerimizden oluşsa da bir izleyici kitlemiz oldu ve şu konseri verdik : Masal Grubu "Hayal" Konseri 18 Ekim 2012. (Bu videoyu izlerken hala eğleniyorum, milyon defa çalmış olmamıza rağmen, ne güzel bir bestedir!) (Aslında bu dizi müziğiyle başlayan, incesaz müziği diye tanımladığım üslup da tartışılmaya değer bi konu, neyse.)

           2012 ramazanında tam da piyasadan uzak kaldım, hayatta da organizatörlere gitmem derken, bir telefonla tam 30 günlük iş bağlamış oldum. Zaten yazın ortasına denk geldiği için, benim için büyük nimetti, hem evden çıkmış olcam, hem de üstüne para verecekler. 30 gün boyunca ilahi çaldık resmen, böylece ben hiç aralıksız düzenli işin bana göre olmadığını anlamış oldum. Müzik de olsa rutin, rutindir. Bu sefer karışık bir grupla çaldık, beni ve kemençeci arkadaşımı istemelerinin sebebi sanırım mekan sahibinin tamamı erkek olan grupların çıkardığı olaylardan bıkmasıydı. Çok bilemiyorum ama söylenenlere göre, ortamda kadın olmayınca, muhabbetleri mi farklı oluyormuş, davranışları mı farklı oluyormuş neymiş. Çok mantıklı da gelmedi ama, neyse. Bu süre içinde inanılma bir ilahi repertuvarım oldu, çünkü öncesinde en faza bir kaç tane biliyordum, ve o işin de kendi içinde bir modası, bi popüler kültürü vardı. (bkz: Güllerin efendisi). Ayrıca bu ekip şimdiye kadar ekstrada çaldığım en klasik ekipti, tambur, klasik kemençe, kanun,ney ve ritmden müteşekkil bazen solistli bazen solistsiz. Klasik sazların hala sadece tasavvufa yakın alanda rahatça kabul görmesi de, kökene yönelik bir kan çekmesi midir acaba?

Resim 2 : Cumhuriyet Tesisleri - 2012




         Bu sırada benimle iletişime geçmiş, yeni kurulacak  bir kadın grubu vardı. Babam aracılığıyla ulaştılar, grupta batı tarzı çalan bir keman yan flüt ve solist vardı. Hiçbirinin sahne deneyimi yoktu. Biraz meraktan, biraz da boşluktan görüşelim dedim, aldım kanunu gittim. Gittiğimde bilmiyordum tabi acemi olduklarını, anlayınca kafamda piyasada müzik yapmaya dair ne varsa anlattım. Bizim bu şekilde bi yerlerde çalamayacağımızıi kınaların düğünlerin hayal olduğunu. Benim artık prensip olarak(!) sadece fasıl müziği yapmak istediğimi, ama şu anki durumda mümkün olmadığını anlattım. Dediğim gibi isterseniz Türk müziği ustası olun, en iyi sazende olun gecenin sonunda, bir şekilde insanları oynatmaz zorundasınız. İkna ettim gibi oldu, bir demo kayıt çektik yaklaşık 6 ay boyunca o kaydı dolaştırdılar(4-5 şarkılık hicaz eserler).

          Sonuç yok tabi ki.  Yine geldiler e bu böyle olmuyor ne yapalım diye.Mekanlar mutlaka hareketli müzik istiyorlar.  Yarı şaka yarı ciddi, bakın dedim, ya yanıma iyi bir klarnetçi bir de udi bulacaksınız, hatta o bile kurtarmaz çok sağlam bir de darbukacı bulmadıktan sonra. Bu istediğiniz ancak klavyeyle olur! Ciddiye aldılar beni, ama içim rahattı çünkü kadın klavyeci bulmak da bir darbukacı bulmak gibi bi iş! Birkaç denemeden sonra bulamayacaklarını anladılar. Bu arada Ankara'da ne kadar çok orta yaşlı Rus kadın piyanist/klavyeci olduğunu öğrendim. Ki bi tanesiyle de tanıştım, ama kadına "Ankara'nın Bağları" çaldıramadığmız için vazgeçtik! Sonra bir kaç denemeden sonra mecburen bir erkek klavyeci bulduk, ama grubumuz hala ağırlıklı olarak kadın grubuydu, pazarlamasını öyle yapıyorlar anladığım kadarıyla. Ve gerçekten grupta klavye olur oyun havası çalınca işlerimiz açıldı. Bir kere daha müzik piyasasına lanet ettim. merak edene bugünkü repertuvarımız,tabi eklemeler çıkarmalar oldu ama ne tür müzik yaptığımıza dair bir fikir olur :


                                Resim 3 : Yılbaşı ekstrası repertuvarı - Dedeman


           Bu yazıyı bu saatte kaleme almamın sebebi de bugün Dedeman'da sahneye çıkmadan önce yaşadığımız olay. Biz, bizden sonra sahneye çıkacak "Özgün"den önce insanları hareketlendirmek için koyulmuş ara türkü-45lik grubuyduk, anlaşmaya göre(45likler istenen havayı vermeyince kendi aramızda çıkardık onları gerçi de neyse). Sahneye çıkmaya 10 dakika kala organizatör geldi, "fasıl grubu insanları çok baydı, hareketlendirmeniz lazım" dedi.

        O an, bir kere daha, ilerde devlette üst düzeyde tanıdıklarım olursa Türk müziğini konserler hariç sahnelerde yasaklamaya karar verdim(Burdan bir zamanlar hedefi kültür bakanı olmak olan arkadaşa sevgiler!). Fasıl grubunun müzisyenleri amcalar yüzlerinde baya kötü bi ifadeyle çıktılar, bilmiyorum yaptıkları müzik neydi ne değildi ama, çok üzüldüm onlar için. Organizatörün söylediklerine hala kızıyorum! Fasıl grubu baymış, ne bekliyodun adamlardan acaba?İlk girişte haliyle yemek müziği olarak adamlar çalmıştır bir şeyler, dansöz mü oynatacaklardı? Fasıl kelimesinden ne bekliyorsun? Bu delirmeyle sahneye çıktık biz. Sağolsun Dedeman yönetimi bir kişinin bile geçemeyeceği sıklıkta,  yemekhane masası düzeninde masalar koymuş, bir metre olan sahnenin önünde bir metre de pist alanı kalmış. Zaten sahnede bizden sonraki ekibin malzemeleri var, oturacak yeri zor bulduk.

         Ses sistemi müzisyenlerin kabusudur. Mekanlar asla kendilerine kaliteli, düşünülerek, planlanarak alınmış ses sistemi almazlar, alsalar da başınaa kullanacak adam getirmezler, monitörler sahneye sığmaz, hoparlörler birbirini görür, mikrofonlar öter, mikrofon öttükçe monitör sesi kısılır, kimse ne çaldığını ne yanındakini duyar filan. Heh bu akşam da tabi ki öyleydi. Kendi çaldığımı da, kemanı da kemençeyi de duymadım, sadece klavye ve onun şimbilli ritmi vardı.
 

         Kitle gerçekten sıkılmıştı biz sahneye çıktığımızda o yüzden eğlendiler. Ama beni asıl eğlendiren ise o 15 punto topuklu, dekolteli, süslü püslü ablaların,teyzelerin ;  kerli ferli,kravatlı papyonlu amcaların "Ankara'nın Bağlarında" kırk yıllık oyuncu gibi oynamalarıydı. Öyle bir coşkuyla oynuyorlardı ki, bir kere daha anladım, Türk müziği piyasada yapılmaz. İnsanların istediği bu! Hangi sosyal/ekonomik/kültürel statüde olurlarsa olsunlar, o bulguru kaynatacaklar.

   
       Ankara'nın bağlarından nerelere geldim. bir seneye geçecek bu türkünün de modası, yerini muadili bir şey alacak, ama bu devran böyle sürecek. Bu arada bu kadar acıklı sözlere oynayan da bi biz varız şu dünyada, adam ben sevdim eller aldı, yürekte acı kaldı diyo, biz hala oyunda oynaştayız. Ki bunun gibi nice şarkı-türkü var, bizim millet sadece ritmine oynadığı, sözleri umursamadığından olsa gerek, fark edilmiyor.


   Bu arada Ankara'da güzel müzik yapan bir tek yer biliyorum, yani isteğe bağlı olarak ne isterseniz çalıyorlar, iyi müzik dinlemek istediğimizde gittiğimiz yer, Hotel Monec, cuma ve cumartesi akşamları. İsim vermek istemediğimden yazmıyorum, ama ekip çok çok iyi. Böyle de reklam gibi oldu ama, hangi mekanda "Leyla acep neden ses vermiyor feryadıma" çalıyorlar ki, istek olarak!



   Sonraki yazılarda buluşmak üzere, artık makyaj ve ojelerin üstüne daha çok düşeceğim galiba :)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder